Mesaj 121

İnsanlar, karşısındakilerin, her söylediklerine inanacak kadar saf olduğunu düşünüyorlar; “Allah”ın da, haklarında, kendi dillerindekine göre hüküm vereceğini sanıyorlar!.

Önemli bir sorun bu!.

Sınırlı beyin kapasitemle, insanların söylediklerine değil, uygulamalarına bakıyorum!..

Bu ilmi paylaştıklarını söyleyenlerin, bu ilmi günlük yaşamlarında ne kadar uyguladıklarına bakıyorum! Tavsiyelerimi ne kadar dikkate alıp; günlük hayata ne oranda geçirdiklerine bakıyorum… Böylece onların, ne kadar samimi olduklarını, açık seçik görüyorum uygulamalarından!

Bunun ötesinde, dille söyledikleri, benimle olan mesafelerini hiç değiştirmiyor!. Her kişi, bu ilmi ve uygulamasını paylaştığı oranda yakın bana!.

İş böyleyken…

“Tanrı” olmaktan münezzeh “ALLAH” adıyla işaret edilen, sizi özünüzden gelen bir biçimde, dilinize göre değerlendirerek, dilinizdekinin karşılığını mı verecektir bir sonraki aşamada?

Yoksa uygulamalarınızın, ortaya koyduklarınızın sonuçlarıyla mı karşılaştıracaktır “HASİYB” olan “ALLAH” adıyla işaret edilen?

Nereden nereye geldiniz ve nereden nereye gidiyorsunuz hâlinizi düşünün!.

Beni saf yerine koyup, karşısındakinin dilindekilere göre düşündüğümü sananlar, neler kaybeder bilemem ama; uygulamaları ortadayken, “ALLAH” adıyla işaret edileni, dilindekiyle kandırabileceğini düşünüp; diliyle fiîli bütünleşmeyenler, tüm ebedi hayatını yitirecektir; bunu kesinlikle biliyorum.

Kurban(?)larınızı tanrınız veya Allah kabul etsin(!)…

Mesaj 122

“Din afyondur” demiş gördüğü dine, algılaması ve değerlendirmesi kıt biri!…

Acaba böyle mi?

İnsanoğlu çok büyük çoğunlukla hayâl dünyasında yaşar; buna karşın kendisini gerçekler dünyasında yaşıyor sanır!

Her şeyi hayâl dünyasında değerlendirir önceki hayallerinin oluşturduğu veri tabanıyla.

Somut nesneleri dahi hayâl dünyasında değerlendiren insanın, sembol ve mecazlarla anlatılanı gerçekçi bir biçimde deşifre etmesi ve değerlendirmesi ise oldukça zor bir iştir.

Oysa, “DİN REALİTEDİR”!

Ne var ki, bu realiteyi, insanların anlayışına kolaylaşsın diye, mecâz ve sembollerle anlatan Kurân, anlayışı kıtlar tarafından değerlendirilememiştir!.

Çünkü onlar, önce, bu sembol ve mecâzları, işaret edilen orijinal gerçeklik sanarak; hayâl dünyalarında, işaret edilen realiteden tamamıyla farklı bir yapı oluşturmuşlar; sonra da kendi imalâtları olan hayâllerindeki bu yapıyı inkâr için gerekçeler icat etmişlerdir.

Böylece, “DİN” değil, insanoğlunun hayâli “AFYON” olmuştur!.

İçinde yaşadığımız evrensel SİSTEM ve DÜZEN ile onu yaratan kuvveyi açıklamakta olan “DİN”, “GERÇEĞİN ta kendisidir!…

AHMAKLAR, mecâz ve sembollerden oluşmuş hayâl dünyalarının esâretinden kendilerini kurtaramadıkları için, “din afyondur” demişlerdir; ki bu sözleriyle de, gerçekte, “DİN”i değil, kendi hayâl dünyalarını tanımlamaktadırlar!

Mesaj 123

Realite!…

Dünya…

“Dünya” adını taktığımız uydunun tâbi olduğu, kendinden 1.333.000 defa daha büyük olan Güneş!…

Güneş türünden, 400 milyar yıldızdan oluşan bir galaksi…

Bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran, varlığını algıladığımız evren!

Algılama boyutumuza GÖRE, bize hitap eden bu evren gibi, sayısız algılama boyutlarına hitap eden, evren içre nîce evrenler!

Nihâyet, bu sayısız boyut algılayıcılarının algıladığı sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının yaratıldığı TEK NOKTA, TEK AN… DEHR!

İndinde, sayısız “an”lar ve “nokta”lar; ve o “nokta”lardan meydana gelen açılar içinde sayısız evren içre evrenler yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan “ALLAH” ismi!

Yukarıda yazdıklarımı ve bundan çıkacak sonucu düşünemeyecek kadar miniminnacık beyinlerinde, “tanrı” yaratıp; önce bu kurabiyeye tapınan, sonra da oturup bir güzel afiyetle yiyen insancıklar!… Tanrısallık savaşları!…

Afyon, “Tanrı-ilâh” kavramı! Ve buna dayalı yaşam biçimi…

Mesaj 124

Korkular…

Vehim…

İman!

İnsanın yaşamını kâbusa döndüren duygu korku!..

Korkuyu oluşturan faktör vehim!…

Aklı pasifize edip, insanın içini daraltan; endişeler uyandıran, anını hakkıyla değerlendirmesini engelleyen özellik vehim!.

Doğru bildiğini yapmanı engelleyen, vehimden kaynaklanan korku, endişe ve şüphe…

Akıl, mantığını kullanamaz oluyor!.

Vehim, varolmayanı var; varolanı yok; olması mümkün olmayanı olacak; olması kesin olanı, olmayacakmış gibi kabul ettiriyor bilince!

İmanın gereği ise…

Takdir edilmiş olanlar kesinlikle olacak; olmaması şansı yok; yazılmamış olanların da gerçekleşme şansı kesinlikle yok!

Yazılmış olanı, (her nerede veya nerene yazılmış ise) kesinlikle yaşayacaksın; bundan kesinlikle kaçınma şansın yok!. Yani, korkunun ecele faydası yok!. İşte Kurân’ın “kadere iman” konusundaki ana fikri bu!

Eğer buna iman edersen, korkunu bir yana atar; “ben Allah için yaratıldım, o isterse o yapar ve O dilediğini yapar” deyip; korkudan ve de vehmin hükmü altına girmekten kurtulursun!.

Aklını başına alıp, bu gerçeklere iman ederek, vehmin hükmü altından kurtularak ilmin doğrultusunda yaşarsan, selâmete erersin!.

Vehmin ve korkuların, arzuların, bedenselliğin, organların ön plana geçer; ve yaşamın bunlar üstüne kurulursa… O zaman da bunun sonuçlarını yaşarsın!. Sonra da “inşaallah-maşaallah” ile kendini aldatırsın!

Artık, iman et ve yürü; aklı başında kaç gün yaşayacağını Allah bilir!.

Mesaj 125

Yaşarken tükenip ölmek!… Sanki her gün gıdım gıdım!

Hayâllerin iflâsı… Beklentilerin tükenişi… Var sandıklarının, olmayışını fark etmeye başlamak!…

En kötüsü de…

Kendini aldatmakta olduğunu fark etmek!

Yaşamın acı sonuna yaklaşan günler bunlar!.

Acılı günler!

“İnşaallah-maşaallah” etiketli avuntularla geçen boşa harcanmış günler!

Bilinçteki, “ben ölmedim”, baş kaldırısıyla bedenin zevklere yönelerek avunma çabaları!.

“Tanrı”nın olmadığını fark etmenin sonucu, buna dayalı tüm düşünce ve yaptıklarının boşa gittiğini; beklentilerin artık gerçekleşmesinin hiç mümkün olmadığını kavramaya başlamak!

Ayıpladıklarının başına gelmesi; horladıklarının yaşadıklarını yudum yudum yaşamak!… Şuurunda, adım adım kendini yargılamak!.

Yok mu bundan bir çıkış yolu?…

Ellerini yukarıya açıp tövbe mi çare?… Boş!… Senin tövbeni kabul edecek olan yukarıda değil ki!.

Sen daha günahının ne olduğunu idrak etmeden, tövbe etsen; ne getirir!

Sorun, sadece senin içinde bulunduğun “imansızlık”tan kaynaklanırken; çarşafla, sakal-poturla gezsen ne yazar; anlamını bilmediğin kutsal kitabı 4 saatte hatmetsen ne olur!

Deli danalar gibi dünya camcısında kafa sallayacağına; her an bir felç gelebileceğini ve artık aklını kullanamayacağını düşünerek kendini âhırete hazırlamaya bak!. Son şans günlerin bunlar…

Mesaj 126

Hitap edeni algılayamazsan, hitabı değerlendiremezsin!.

Hitap edeni algılayamıyorsan, tasavvufta birinci basamak olan “tevhid-I efâl”i hazmedememişin demektir!.

Bilgi kitapları yüklü mahlûkattan değil, ilmi hazmetmiş ehli kemâlâttan olmak mârifettir!.

Bunun yolu da, aklını kullanabilmekten geçer!.

Ne var ki, gençlikte hormonlar ağır basıp içgüdüler ve dürtüler öne çıkar, aklı kullanılamaz hâle getirir…

Yaşlılıkta ise, akıl yavaşlar, yaptığı işin sonucunu düşünemez olur kişi; bunun neticesinde konuşmalarında çelişkiler artar; ve bunları da kendisi fark edemez olur, kapasitesi dolayısıyla; tümüyle bedensel dürtülerine iteklenir!. “Yaptımsa ben yaptım, verdimse ben verdim” türünden hüküm cümleleriyle fikirlerinin tartışılmasından uzak durarak kendini korumaya alır!. Yaşlandıkça çocuklaştı, derler bu yüzden!.

Yaşlılıkta alınan her türlü vitamin ve takviye hapları, aklın zayıflaması sebebiyle, yalnızca hormonal faaliyeti ve bedensel gücü arttırır. Bu da bazı kişilerin davranışlarının tümüyle maddeye ve bedene yönelik bir hâl almasına yol açar…

Yaşlılarda hırsın artmasının ana sebebi de budur!.

Mesaj 127

Yanlıştan dönmek, hatadan dönmek akıllı insana özgü bir fazilettir.

Gelişmemiş insanın “dediğim dedik” anlayışı vardır!.

Beyni yeterince gelişmemiş çocuk kalmış insan, yanlış karar verdiğinde, o karardan dönmeyi; yanlış konuda söz verdiğinde sözünden dönmeyi eksiklik kabul eder, “erkekliğine” yediremez, kişiliğine-benliğine yakıştıramaz!.

Allah Rasulü ise, yanlış yere yemin edildiğinde, o yeminden dönülüp; kefâret olarak üç gün bir fakirin karnının doyurulmasını ya da buna gücü yetmeyenin üç gün oruç tutmasını tavsiye etmektedir!.

Yaşamda, her insan hata yapabilir o konuda yeterli bilgi tabanı yoksa; ya da kendisine doğru bilgi verilmemişse; ya da kandırılmışsa; ve yahut aklı yerine duygu veya dürtüleriyle bir karar almış ya da söz vermişse!

Burada faziletli ve olgun davranış, verilen karar ya da sözden dönüp; gerçeğin hakkı ya da gereği neyse onu uygulamaktır!.

“Ama söz vermiştim, bana yakışmaz” diyerek hatada ya da yanlışta, ısrar, ancak gelişmemiş beyinlerin tavrıdır!.

Olgun insan, yanlış veya hata yapıp da ardında uyarıldığında, duygusallığını bir yana atıp, bu hatasından dönebilen insandır!. Kefâretini verir ve hatasından ya da yanlışından döner; doğrunun, makûlün, ilmin gereğinin hakkını verir.

“Söz verdim” diyerek hatada ya da yanlışta ısrarın bedeli, pahası çok ağırdır!… Bazen kaybedilen nîce yıllara, bazen de insanın sağlığına, veya yaşamına, mâl olur!. Telâfisi de mümkün olmaz!

Mesaj 128

“Herkes”in kaç kişi?

Kendimizi aldatmak, yaptığımız işi mâzur göstermek için çoğumuz pek çok zaman bu kelimenin, kavramın ardına sığınırız…

“Herkes”!

Bazen birkaç arkadaşındır “herkes”… Bazen anan-baban; bazen kardeşlerin… Bazen komşundur; bazen işyerindeki birkaç insan!

Ya geride kalan milyarlarca insan? Onların değer yargıları, bakış açıları?

Esasen bu kelimeyi, hep kendi fikrimizi güçlü göstermek istediğimizde kullanırız, başkalarına karşı!.

Zayıf insanın, ya da zayıf aklın, zayfıf düşüncenin, aczin savunma kalkanıdır “herkes”!.

Kuvvetli kişiliğin, kapsamlı düşünen akıllı beynin, “herkes”e ihtiyacı yoktur!..

Bu beyinler, kişiler, araştırırlar, soruştururlar, düşünürler ve doğruluğuna hükmettikleri şeyi “herkes”e rağmen uygularlar!. Onların ağzından “herkes” kelimesini duymazsınız!… Onlar yaşamlarına “herkes”e göre yön vermezler!.

Fazilet, “herkes” gibi, “herkes”e göre değil; ilme göre, ilmin doğrultusunda kendi aklınla ve mantığınla yaşamaktadır!.

Mesaj 129

İki “itibar” edilen; A ve B…

A dedi ki B için, yaptığı işe bakıp:

-İtibarsız!.

B’de A’ya dedi ki, yaptığı işe bakıp:

-İtibarsız!.

İkisine de “itibar” edersek; ikisi de “itibarsız”!.

İkisine de “itibar” etmezsek; ikisi de “itibarsız”!

Mesaj 130

Lider despotizminin olduğu meclislerde, demokrasi için tek açık kapı, kesinlikle tüm oylamaların mutlak GİZLİ OY ilkesiyle yapılmasıdır.

Türk Milletinin ana sorunu, iplerin gerçekte daima demokrasiyi istemeyenlerde olmasıdır.

Bu toplum acaba, insan hakları ve demokrasi konusunda, Yargıtay Başkanı gibi düşünen birini Cumhurbaşkanı olarak göremeyecek mi önümüzdeki yeni bin yılda?

Ya demokrasi… Ya da kapıkulluğuna devam; yüzyıllardır olduğu gibi!

Derdini dili bağlandığı için anlatamayan eliyle anlatmanın çarelerini arar; unutmayalım!

Elini de bağlarsanız, o zaman size ne derler?

Sahi, “FAŞİZM” nedir?

“Örtülü faşizm” nasıl olur?

Mesaj 131

Siyâsetle ilgilenmemek demek, hukuksuzluğu benimsemek ya da kabullenmek hiç değildir!.

Her insanın hukuku vardır ve her insan bir diğerinin hukukuna saygı duymak mecburiyetindedir, aynı hukuka sahip olabilmek için!.

Hukukun olmadığı yerde, insanlar arasında “her şey mubah” anlayışı gelişir ki, bunun sonucu ormandaki kanunların geçerli olmasıdır o toplumda.

İnsanların yaptıklarından şikâyet etmeden önce, o toplumda hukukun varolup olmadığına bakınız.

İnanç hürriyeti demek, kişinin inandıklarını, başkalarının haklarına tecavüz etmeksizin dilediğince yaşaması demektir. İnancın gereğini yaşamak ise hukukun olmadığı toplumlarda mümkün değildir.

DEMOKRASİLERDE…

İnanç hürriyetini “kamusal alan” sınırlayamaz!.

Devlet, millete tahakküm için değil; millete hizmet ve fertlerinin haklarını korumak, onlara hizmet vermek için vardır!

Devletin değil, Milletin Meclisi vardır!

Vatandaşlar, demokrasilerde bürokrasinin kapıkulları değildir!.

İnsanca yaşam, kişilerin, inandıklarını ancak özgürce yaşayabilmeleriyle mümkündür; başkalarının inancına karışmamak kaydıyla.

Elbette bütün bunlar, demokrasi ile yönetilen ülkeler için geçerli kriterlerdir!

Mesaj 132

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir derler…

Bu Pazartesi’den de belli!.

Sarsılıp duruyor Dünya!.

Kâh Taiwan, kâh USA; kâh Yunan, kâh Türkiye!… Sesli sesli, gümbür gümbür…

Devrimler oluyor anlayışlarda, kavrayışlarda, uygulamalarda…

Belli ki bu daha başlangıç!.

Dahası yolda…

Kendini yeni şartlara hazırlayanlara ve o şartlara adapte olabilenlere ne mutlu!.

Boş verip, “elle gelen düğün bayram” diyen anlayışı sınırlılara ne yazık; ki her gece uyuduklarında “el”siz bir dünyaya gittiklerinden ibret almadıkları için!

Statüko ve tutuculuğun depremlerle yıkılıp yepyeni şartların oluşmakta olduğunu göremeyen ve bu şartlara hazırlanamayanlar çok üzülecekler, uyarıldıkları hâlde tedbir almadıkları için!.

Akılsızın, zekâsı yetmeyecek geleceğini kurtarmaya!

Sanki, bu hafta gelecekmiş gibi; ama sanıyorlar hiç gelmeyecek; statükocular, tutucular, dünde yaşayanlar…

Mesaj 133

Yıllar yıllanıp, organlar eski hızını kaybetmeye başladı mı, önce akıl duruluyor… Yavaş düşünmeye başlıyor insanoğlu!

Zekâ da ise durgunluk yok henüz; eğer bir hastalık yoksa beyinde!

Adımını daha düşünerek atmaya başlıyorsun bu devrede… Tecrübe ve tedbirli olmaktan değil; beyin zâfiyetinin getirdiği ağır düşünmeye başlamaktan oluyor bu gerçekte!

Bu arada korku sarmaya başlıyor aklının düşünebildiği kadarını… Çünkü, bildiklerine, görüp geçirdiklerine kıyaslıyorsun yaptıklarını; yaşadıklarını…

Panik başlıyor, hâlâ düşünebiliyorsan!

Sanki, ecel gelip kapıya dayanmışçasına sorguluyorsun kendini; “son anda bir şeyler yapabilir miyim”e giriyorsun!

Bir yanda eski alışkanlıklar, bağımlılıklar, dürtüler; diğer yanda yaşama ve ötesine dâir bilip öğrendiklerin…

Zorlanıyorsun, bunalıyorsun! Tasın atacakmış gibi olunca uyuşturucu salgılıyor beynin; kendini avutmaya uğraşıyorsun bildiğin gerçekleri olabildiğince örtmeye çalışarak!

Olmuyor!…

Vicdanın el vermiyor, haykırıyor:

“Yanlış yoldaydın, yanlış yoldasın… Biliyorsun doğrusunu! Aldatma kendini! İlminin gereğini uygulamaya başla derhal!… Belki yarın bunları bile düşünemeyecek hâle geleceksin… Hanidiyse yarın zorunlu terk edeceklerini, bundan yıllarca evvel terk etmen gerekenleri, derhal terk et! Ve yeni bir başlangıç yap!”

Çok zor!… Felçli kolu kaldırmak istercesine zor!.. Vazgeçemiyorsun dünyandan, tutkularından!

Gıdım gıdım, adım adım yaklaşıyorsun, kayıyorsun uçurumun kenarına…

Yanıyorsun bu arada!

Çünkü, imanın gerekleri yaşanmadıkça, iman bilgisinin sana hiç bir şey kazandırmayacağını ve kazandırmadığı gerçeğini yudum yudum içip sindirmişsin içine; tıpkı bağımlı olduklarını sindirdiğin gibi hücrelerine.

Dünya dönmeye devam edecek ardından, dün yürüyen 50-100 kilonun bugün yatar olmasından hiç etkilenmeyerek!

Yakınların, aynen senin ana-babanı defnettiğin günkü gibi, dönecekler senin ardından sevdiklerine, bağlandıklarına, Deccal’ın cennetine,!

Sen ise, bugün olduğunca, yanmaya devam edeceksin kâbrinde; sabahı gelmeyen diş ağrılı gibi, yapacak başka bir işin dahi olmaksızın… Bunca bilgi yüküne rağmen, son vagonu da kaçırmana sebep olan tutkularına lânet ederek!…

Tıpkı, bugün bazı gerçekleri görerek, üzülen; ne var ki geçmişindeki tutkularının pahasını da çok ağır ödeyenler gibi!

Mesaj 134

Dervişler, “aşk” peşinde koşar; kemâl ehli ise “haşyet”i yaşar!

Avamın gözünde, en yüksek mertebedir “aşk”, ve de Mülhime!. Nereden bilsinler ondan yukarısını gariplerim… Evliyâ, zaten gizli, avam bilemez ki Mutmainne ve yukarısını! “Marifet”e ermek içindir “aşk”, Mülhime’de yaşanır!… En kestirme yoldur “aşk” Allah’a ermek için!… Bir girdi mi insanın içine, artık hiç bir şeyi görmez gözü insanın aşkına ermek için!. Ne mal ne para ne evlat ne karı veya koca!.. Tek amacı aşık olduğuyla BİR’leşmektir insanın… En güzel ikilik yaşamıdır o!

Allah’ın, “Aşk” ismi yoktur; “Mârifet” sıfatı, “irfan” vasfı olmadığı gibi; ama “İLİM” sıfatı vardır!

Allah’ın kendini târifi, “İLİM” iledir; “mârifet” ile değil!.

“Marifet”, kulun Allah’a bakışındadır!… “İLİM” ise “O”nun yarattıklarına bakışı!.

“İlim” sıfatını aşikâra çıkarttıklarında, “haşyet” olur; ve bu yüzdendir ki Kurân, “İlim sahiplerinde haşyet olur” der!…

Kendine yönlendirmek istediklerine, yani “fenâ” ehline, yani Mülhime ehline ise “aşk” bağışlar!.

Avam en yüksek mertebe olarak “aşk”ı bilir, Mülhime’yi algılar!… “Fenâ”dan ötesine aklı ermez; çünkü “İlim Sıfatı” onlarda zâhir olmamıştır!. Avamın aklı, talebeye erer!… “Aşk” ehli talebe sınıfındadır… Okul ehlidir!. Nereden anlasınlar onlar Tebrîz’li Şemsi!

“Bakâbillah”ta, Mardiye’de “İLİM Sıfatı”yla zâhir oldu mu, bu zuhûr hâlinin, yaşam boyutudur “haşyet”!… Bunun ismi, senin anladığın ikilikteki kulun tanrısından duyduğu haşyet kavramıyla isim benzerliği taşır sadece… Tıpkı, cennetteki “üzüm” ile burada bildiğimiz “üzüm” arasındaki isim benzerliği gibi!

Sonsuzluktaki sonsuz oluşları, kemâlâtı seyr hâlinin adıdır gerçekte, “haşyet”; ki celâlin kemâlinden gelir!

Aşk ehli ise cemâlidir celâlin!…

Bebeleri, “aşk”la emzirin ki, büyüyüp Allah’a ersinler!

Mesaj 135

Parmak ucundaki kanda yaşarken oksijen, karşı parmaktakine bakar “kim bu” dermiş!.

Toplar damara geçip de el ayasına doğru gelirken onunla “BİR”leşince, “bizmişiz” dermiş!

Koldan yukarı doğru çıkarken, gerideki yaşamı, “ben”leri hatırlamaz; parmakların kendi uzantısından oluştuğunu seyredermiş!.

Beyne ulaştığında “ben”i de kaybolur, oksijene olarak kalır; beyin hücrelerinde dolaşırken, olmasını istermiş bazı şeylerin ve onların sonuçlarını algılarmış!

Oksijen dalgaya dönüşüp dışa yayıldığında, bir bilinç dalgası olarak ne eli kolu görürmüş, ne de beyni!

Her ne demekse işte….

Mesaj 136

Adam zeki, hayatı boyunca çalışmış, çabalamış, başarılı olmuş!… Para yapmış, “karı almış”, evlat yapmış, torun torba sahibi olmuş!.. Yetmemiş bunlar… “Daha…”larına da el atmış!

Sonra gözünü dikmiş tanrısına!.

“Tanrıya nasıl ererim; ona nasıl sahip olabilirim”; fikrinde!.

Satın alıp, tanrıya da ermek, ona da sahip olabilmek için, epey para ödemeye de hazır şeyhefendilere, hocaefendilere!

Zirâ, ilâhiyâtçılar pazarlıyor ya tanrıyı!.

Hile yapıyorlar kendilerince, “nasıl ucuza getiririz tanrıya da sahip olma işini”; diye tüccar tanrı talipleri!

“ALLAH”da tüm varlıklarıyla fenâ bulmak, yani yok olmak, yerine; tanrıya da sahip olmak isteyen zekî insanlar bu yaptıklarının karşılığını alıyorlar elbette…

“Allah” da onlara “mekr” yapıyor; ortaya koydukları bu fikir ve davranışları sonucunda!… Dünyalıklarının bir kısmını bu yoldan ilâhiyatçılara kaptırtıp; karşılığında onları, elleri başlarında ortada dımdızlak bırakıveriyor! Onlar da hâlâ, paralarının 40’ta birini vererek tanrıyı, cenneti alabilecekleri sanısıyla ömür tüketiyorlar!

Dünyaları rezil, âhretleri rezil!.

“ALLAH” için her şeyinden yüz çevirip; “O”na firar edenler ise, “O”nda yok oluyorlar!

Mesaj 137

Gururu yaktı!.

Tek’lik bilgisinin getirdiği gururu… Bilginin kurbanı oldu!

Yaşanmayan teklik bilgisinin getirdiği gurura tâbi oldu!

Aşık olamadı… Aşk yakıp kavurmadı… Hamdı; pişip yanamadı!

Şeyhi de yoktu ki, teslim olsun da o kurtarsın!.

Egosu ağır bastı; aşkı yaşayamadı… Beğendi, ama çok!… Ne var ki sevemedi… Sevdiğinde yok olamadı… Fenâ bulamadı!

“Tevhid” ilmini öğrendi… “Yok”luğu yaşayamadığı için, “aşk”la yanıp her şeyinden geçemediği için, Mülhimede kalakaldı!. “O”nun tekliğine, şehadet edebildi sadece!..

Kâh emmâreye düştü, kâh levvâmede gezindi, kâh mülhimeye çıktı; fâsit daire mekânı oldu!.

Tevhidi, hayâlinde yaşadı!… Hayâlinde, tek oldu!. Avundu! Bazen, hayâlindeki teklikten öteye geçemediğini fark edip, levvâmeye döndü… Bazen de tevhid bilgisi ağır bastı, gene mülhimeye çıkardı!

Gençliğine geldi, “sözler canlıdır”, gerçeğini göremedi; dilinden, ağzından çıkanla kaderinin nasıl yönlendiğini, anlayamadı!

“Bende sevgi yoktur”, sözü pahalıya patladı; “aşk” ateşi yakmadığı için tüm varlığını; teklik hayâlinin dalgaları arasında, bir o yana bir bu yana geçti ömrü!. Takipçileri de “tevhidin dedikodusu”ndan daha öteye gidemediler elbette!

“Aşk” yaşanmadan; “aşk” uğruna tüm varlık feda edilmeden, “vahdet” yaşantısı kesinlikle açığa çıkmaz!.

TEVHİD BİLGİSİ, ASLA “VAHDETİ YAŞAMAK” DEĞİLDİR!

Mesaj 138

Sevgi nedir bilir misin?

Sen sevebilir misin?

Meşale gibi yanabilir misin?

Mum gibi yanıp, çevreyi karınca kararınca aydınlatırken, için için eriyip tükenebilir misin?

Sen, “Allah”ı sevip, “Allah”a ermek için, her şeyinden geçebilir misin?

Beğeniyle sevgiyi ayırt edecek kadar akıllıca, sevebilir misin?

Sevgi akılla olmaz derler… Aptal sevemez; kimi neyi sevdiğini bilemez; değersizden vazgeçemez; sevgiyi dolu dolu yaşayamaz ki!

Sevmek için bile akıl gerektir!… Zekâ değil!

Zeki, taktımı bir kere, beğenir ve sahip olmaya çalışır budalaca!.. Parayla, yüzük bilezikle; ev eşya arabayla; ta ki beğendiğini elde ede!… İster ki, 40’ta birle tanrısını bile ele geçire!!!

Zeki, beğendiğini elde etmek için ne gerekiyorsa verir, ona verdiği değere göre!. Çıkarlarına ters düştüğünde, beğendiğini eleştirir; yerden yere vurur!.

Az değerliyse, ya da beğendiği budala, çok değerli değilse, cüzdanını verir; daha değerliyse, çevresindekileri, yakınlarını, kariyerini feda etmeyi göze alır… Çünkü hırs ve kendini ispat söz konusudur burada.

Kargalar bile güler zekânın yaptıklarına ağacın tepesinden!.

Öylesine değerlendirir, sever ki akıllı “Allah”ı; kimseyi incitmez, düzenini bozmaz dışından; ama erir mum gibi, yanıp o sevgiyle içinden!.

Akıllı, karşılıksız sever “Allah”ı; her hâlinden her şeyinden razıdır; yaşamdan ve geleceğinden hiç bir şey beklemez!.. İnsanlarla kavga etmez; zira bilir onlardakini!…

“Allah”ı seven, karşılıksız sever; her yerde her surette, hiç kayıtlamaksızın!. Yarın için de, ne dünyalık ne ahretlik hiç bir beklentisi olmaz!.

Sevmeden yanmazsın!

Yanmadan erimezsin!

Pişmezsin!

Ham gidersin ham!. Mekânın cennet olur!

Mesaj 139

Zekâ, aklın hizmetinde değilse, kişinin cehennem taşıtıdır!… Hızıyla, yakış kuvveti doğru orantılıdır!

Akıl yeterli değilse, zekâ hüsranın hammaddesi olur!.

Çoğunlukta zekâ vardır, pek az insanda akıl!

İçgüdü ve dürtülerine hizmet veren zekân ile gittiğin yeri kavrayamayacak kadar yetersizsen, yanmaktan seni kimse kurtaramayacak, demektir!

Zekâsına güvenerek tasavvufa giren, hüsranla çıkar!

Dünyalık şeylere zekânla ulaşabilirsin belki, ama “Allah”a asla!

Zekâ, egona dönük çalışır; akıl ise hakikatinin hizmetinde olur!

Zekânla kavuştuğun pek çok şeyi gene zekân ve hırsın, dürtülerin doğrultusundaki davranışların yüzünden çok kısa sürede yitirebilirsin!.

Kayıplarının nedenini araştıracak kadar aklın varsa geçmişine dön!

Geçmişinin muhasebesini yaptığında, hâlâ karşındakileri suçlayabiliyorsan, tedavi kapın elân kapalı demektir!

Mesaj 140

Yanlış yol!…

Bedeninden çıkarak göklere yükselmek, her şeyi havadan seyretmek ve yükselmek ha yükselmek özüne kavuşmak için!. Zirâ, ruh da senin gelecekteki ikinci bedenindir. Ve içinde bulunduğu boyutta aynen bu fizik beden gibi algılanır. Onunla da afâka dönük yaşanır!

Doğru yol!…

Kendini, beden veya ruh olarak düşünmekten arınıp, varlığın özündeki bilinç olarak hissetmeye çalışmak…

Yani, dışa, afaka, uzaya, göğe yükselmek değil; derûnuna, bilinç boyutunun enginliğine, şuurdaki teklik noktasına inmeye çalışmak düşünü yollu… Kendini yalnızca bir bilinç olarak hissetmeye çalışmak… “ben”siz olarak!…

Başarabilmenin alâmeti, her şeyi yerli yerinde görüp, her şeyden razı olmak… Tüm oluşları, TEK’in öyle olmasını dilediği için olmuş olarak hissedebilmek!.

Mesaj 141

Sevmek ve ne pahasına olursa olsun sevdiğini elde etmek!

İşte sorun burada!.

Sana tasavvuf “elde etmeye çalış ne pahasına olursa olsun” demiyor!.

Karşılık bekleyerek yaptığın işin veya verdiğin her şeyin, senin “ego”nu, varlığını besleyen en kuvvetli gıdadır!.

Olmak için ölmek gerek!.

Nefsini öldürmenin anlamı, nefsini kurban etmek, yani, “ben”inden geçmektir!.

“Ben”le yaşamak en büyük yüktür!… Neyini verirsen ver, “ben”ini vermedikçe eremezsin!.

“Ben”ini yakıp, benliğini yok edecek tek şey de aşktır!.

Aşk, hiç bir karşılık beklemeksizin karşındakini sevmektir; sevdiğine kendini kayıtsız şartsız karşılık düşünmeksizin teslim etmektir!.

Bilgi ile yola çıkar, sever aşık olursan, erirsin, yok olur, erersin!. Eridiğinde ne sen kalırsın ne aşk!

Fâni fenâ bulmuştur; Bâki Bekâsındadır!.

Kesret karşılığı kullanılan vahdet kavramı da bir sembolden başka bir şey değildir!

Hay, Bâki, “Yefâlu mâ yürîd”, Mürîd Allah’tır!.

Mesaj 142

Makrokozmoz ile mikrokozmoz arasındaki sınır nerede; nasıl; neden?

Biz bu sınırın neresindeyiz?

Tümel yapı nerede bölünüyor ve katmanlar oluşuyor?

Varsa ayrı birimler ve katmanlar, nasıl oluşuyor?

Varsa bunlar, sınırlar ne ve nerede?

Yoksa böyle bir şey mi yok?

Kaderini yazan kalem bu arada nerede? Kimin elinde?

Bunlar sembollerse, bu semboller neye işaret ediyor; gerçeği ne işaretlerin?

Düşünen beyinlere has sorular; kendini tanımak isteyenlere ithaf olunur!

Mesaj 143

Geçen günkü sorularıma değerli dostlarımdan İsmet Bozdemir cevap yollamış… Aynen iletiyorum sizlere:

1- Makrokozmoz ile mikrokozmoz arasındaki sınır nerede; nasıl; neden?

Varlık makrosuyla, mikrosuyla tek bir bütündür.

Tek bir vucut, tek bir mana olarak vardır.

Kendisine ALLAH ismi ile veya HU ismi ile işaret etmektedir.

Günümüzde Tümel Bilinç, Kozmik enerji gibi isimleri kullarak da anlaşılmasını dilemektedir.

Anlaşılması demek, kendini NOKTA’dan İNSAN’a - İnsandan NOKTA’ya tarzında tanıması, manalarını seyretmesi anlamına gelir.

Söz konusu seyirdeki sistem gereği makrokozmoz ile mikrokozmoz gibi kavramlar oluşmaktadır.

Makrokosmas ile mikrokosmos arasındaki sınır bu boyutlardaki bilinç birimlerinin algılama araçlarının kapasitesinden kaynaklanır.

Her algılama aracı sadece bulunduğu frekans kesitini ve aşağısını algılayabilmektedir.

Ancak tüm frekans boyutlarını icat eden ve kapsayan Bilince göre asla bir sınır söz konusu değildir.

2- Biz bu sınırın neresindeyiz?

Salt enerji, quant, elektron, proton, nötron, atom, malekül, madde MİKROKOSMOS ; yıldızlar, yıldız sistemleri, akdelikler, karadelikler, galaksiler, galaktik aileler, evren MAKROKOSMOS veya ÜSTMADDE şeklinde bir sıralama düşünülür ise İNSAN madde skalasında, tam ortada bir yerdedir.

Yani mecazi bir ifade ile merkezde.. Merkezde gerilim sıfırdır, çünkü herşey merkezin istediği şekilde gelişir; merkez hiçbirşeyden etkilenmez.

3- Tümel yapı nerede bölünüyor ve katmanlar oluşuyor?

Var olan tek yapı Bilinç’tir, başka varlık yoktur...

Bilinç için bölünmüşlük , katman veya salt yapı gibi manalar düşer…

Bilinçin dilediği manaları hayali söz konusudur sadece..

4- Varsa ayrı birimler ve katmanlar, nasıl oluşuyor?

Bilinç icat ettiği manalarını seyretmek istediğinde sanki katmanlar varmış gibi kabul eder ve yukarıda yapılan sıralama ortaya çıkar.

5- Varsa bunlar, sınırlar ne ve nerede?

Varlıkların varlıkları, Bilinç tarafından var kabul edilişleri dolayısı iledir.

Esasında yokturlar. “Varlık, yok olarak vardır.” denebilir.

Katmanlar, boyutlar aralarındaki sınır ise her boyuta yüklenen sonsuz manaların ifade ettikleri frekanslar nedeniyle aralarında meydana gelir.

Bu sonsuz frekansların ne karışmaları söz konusudur, ne de kaybolmaları..

6- Yoksa böyle bir şey mi yok?

Tüm katmanları kapsayan Bilince göre bir sınır yoktur..

Varlıklar, Bilinçte sadece isim olarak; finaldeki hallerini ihtiva eden mana biçiminde vardırlar.

7- Kaderini yazan kalem bu arada nerede? Kimin elinde?

Ayrı ayrı birimler olmadığından esasında Kader diye bir şey söz konusu değildir.

Tek Bilinç hayal ettiği manayı o mananın kendisi olarak ve mananın oluşacağı şartlarda seyretmek istediğinden, salt ilim boyutunda varkabul edilmiş isimlar, kendilerini ifade eden esma terkiplerini oluşturur.

Var kabul edilen ve ömürleri sadece var kabul edilişleri süreci kadar olan bu birimlerin yüklenmiş oldukları manalar, onların kaderi sayılır.

8- Bunlar sembollerse, bu semboller neye işaret ediyor; gerçeği ne işaretlerin?

Tüm anlatımlar ait oldukları katmandan öze, tek bilince götürecek tarzda semboller ile yapılmaktadır.

Böyle oluşu sistemi gereğidir, öyle dilenmiş, planlanmış olduğu içindir.

Mesaj 144

Gençliğimde okuduğum ve bana misâlleriyle uyarılarda bulunduğu için sevdiğim bir kitaptı Filibeli Ahmed Hilmi’nin yazdığı “A’mâk-ı Hayâl” isimli kitap. Hayâlin Derinliklerinde…

Gündüz ve gecemizin pek çok saatlerinin içinde geçtiği âlem hayâl!…

Hayâlimizde sever, hayâlimizde korkar, hayâlimizde değer ve pâye verir ya da değersiz kılar; korktuklarımızı veya umduklarımızı; yapma özlemi duyup da yapamadıklarımızı; yaşamak isteyip de etraf yüzünden yaşayamadıklarımızı, hep hayâlimizde yaşarız!.

Hayâlinizdekilerin tümünü paylaşabildiğiniz acaba kaç yakınınız var?…

Ne güzel bu kadar geniş çevresi olmak!!!…

Hayâlindekilerin tümünü paylaşacak kimsesi olmayan insan, yeryüzünde yalnız yaşayan insandır!.

Herkes hayâlindekini apaçık dillendirip ortaya koysa, acaba yakınında kaç kişi kalır?

Hayâllerimizdekini açmıyor, açamıyorsak, karşımızdakine başka bir yüzle mi, maskeyle mi çıkıyoruz acaba hep?

Kim kimi, niye, ne kadar, nasıl aldatıyor; neden?

Kafam dağınık bugün toparlayamıyorum ve böyle bir yazı çıkıyor işte…

Halkın evladına 2000 yılında 30 yıl önceki verilere göre düzenlenmiş bilgiler öğretilirken okullarda; “derin” yönetim okullarında en son verilere göre eğitim veriliyor!.

Adam o kadar zeki ki; torunlarına yatırım olsun diye, çeyiz sandığı büyüklüğündeki bilgisayarlardan almış saklamış 40 yıl önce… Ne mirâs! Şimdi bunu bazıları da adamın kafasındaki, beynindeki PC diye anlayacak tabii…

Tanrısı ile “ALLAH” adı arasında sıkışmış kalmış; birinden kopamayan, ötekine eremeyen; bırak ermeyi, kavrayacak yeterli aklı olmayan mukallitin avuntu dünyası!

En iyisi okumayın bu yazıları, kafanız karışmasın; düşünmeyin!… Düşünmek tehlikelidir!… Sonra belki GERÇEKLERİ görürsünüz basîretinizle!.

Mesaj 145

Dünyada cehennemi de cenneti de kendi içimizden kaynaklanan bir biçimde yaşadığımız kesin!.

Veri tabanımıza GÖRE içinde bulunduğumuz şartları değerlendirir; sonucunda da içinde bulunduğumuz şartlardan ya mutlu oluruz ya da yanarız.

Mutluluğumuz, mutsuzluğumuz hep hayâlimizde(N)dir!.

Rüya misalindeki gibi, dünya sonrası kâbir âlemini de, daha sonraki boyut ve yaşam şartlarını da hep gene dünyayı algıladığımız gibi; madde olarak algılayacağız; ancak o boyut şartlarının getirdiği yaşam biçimlerine göre.

Ölümötesi yaşamda, hayâllerini, oranın gerçekleri gibi yaşayacağın içindir ki, Bakara Suresi sonunda, “Benliğinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de onların sonuçlarını yaşayacaksınız varlığınızdaki Allah’ın getirisi olarak” denmektedir.

Herkes kendi benliğinin getirisi olan hayâllerinin sonuçlarını yaşamaktadır ve yaşayacaktır.

Veri tabanını arındırmamış olanlar, hayâllerinden yakınacakları bir merci bulamayacaklardır yarın!.

Mesaj 146

Tanrısıyla mutlu olanlar bugün; yarın neden mutsuz olacaklar?

İçinde yaşadığın Sistem ve Düzenin, yaptıklarının ve düşündüklerinin sonucunda ne getireceğini idrak edemeyip; boş beklentilerle bu gününü tüketebilirsin, belki de mutlu!… Ama ne var ki, yarın yaptıklarının sonuçları karşına gelecek o boyut şartları içinde!… İçinde yaşadığın Sistem ve DÜZEN yani “DİN”in gerçekleriyle yüz yüze kalacaksın gelecek boyutlardaki yaşamında. Veri tabanın hasılası olarak ortaya çıkan hayâllerin, sistem ve Düzen şartlarına göre gerçekleşecek sana gelecek boyutlardaki yaşamında!.

O boyutları öğrenip, o boyutlarda tanrının yeri olmadığını kavrayıp; ona göre, buradayken “ALLAH” gerçeği ışığında kendini ve sistemi tanımışsan, geleceğin mutluluk ortamı olur!… Yok eğer bu gerçeğe ters düşen bir biçimde, ötedeki bir tanrının seni bir yerlere getireceğini sanıp, buna göre hayâl dünyanda yaşamışsan; o zaman gelecekteki ortamın çok azap verecektir.

Sistem sonucudur ki; “dedesi erik yemiş, torunun dişi kamaşmış”; denmiştir. Erik yiyen dedelerin, babaların torun ve çocuklarını seyrediyor âlem hep!

Mesaj 147

Eğer, “ALLAH”a iman ediyorsanız, hiç bir yakınınıza inanıp güvenmeyin. Zira, “Allah” bu!… Dilediğini yapar, “kalplerin tasarrufu her an onun elindedir”; ve her an, her şey olabilir!.

“Allah” asla hiç bir şeyle kayıt altına girmez ve sınırlanmaz!.

“Allah” bizim sınırlarımızı bildirir; ama kendisi her türlü sınırlamadan, kalıptan, şekilden ve değerlendirmeden beridir!.

Gerçekten, yaşamınızda “yalnız” olduğunuzu idrak etmeye çalışın!.

“Süreli-sınırlı” beraberlikler, asla gerçekte “yalnız” olduğunuz hakikatini; “yalnız” geçeceğiniz öte boyutu; ve veri tabanınıza göre oradaki “yalnız”lık yaşamınızı size unutturmasın!.

Her an, her şeye hazırlıklı olun; “Allah dilediğini yapar” korunmasıyla!.

Dünya yaşamındaki geçici çokluk ve beraberlik yanılgısı sizi aldatmasın!.

Kişi veri tabanındaki sevdiğiyle beraber olacaktır âhırette; ama kendi şartları içinde, veri tabanı kapasitesi kadarıyla!.

Kendinizi gerçeklere göre hazırlamazsanız yarına; bilin ki, yalnızca kendi ellerinizle (beyninizle) yaptıklarınızın sonuçlarını yaşayacaksınız; ve asla “Allah” size zulmetmiş olmayacak!.

Mesaj 148

Yaşadığınız an içindeki düşünce ve fiillerinizin sonuçlarını daha sonraki an ve süreçte aldığınızın farkında değil misiniz?

İçinde bulunduğunuz huzur ortamı veya yangınların dünkü düşünce veya fiîllerinizin sonucu olarak bugün sizi kuşatmış olduğunu hâlâ mı göremiyorsunuz?

Dünü bugün yaşıyorsanız, bugünü de yarına taşımış olmayacak mısınız?

Böylece dünyanızı, kâbir âleminize taşımış olmayacak mısınız?

Bugünkü mutluluk veya yangınlarınız belki de pek çok misliyle kâbir âleminizde kıyâmete kadar devam etmeyecek mi?

Daha sonrasında da benzeriyle devam etmeyecek mi?

Niye cehennem?… Cehennemde neler olacak?… Kim sizi cehenneme atacak?… Bundan zevk alacak biri mi var sanki!. Böyle biri yoksa; hâlâ yaşayacağınız cehennemin nereden kaynaklanacağını göremiyor musunuz?

Bugün sizi yangınlara düşüren, cehennemi yaşatan dışardan biri mi ki; yarın da size cehennemi yaşatacak dışardan biri olsun?

Hâlâ SİSTEM ve DÜZENİ kavrayamıyor musunuz?

“Ellerinizle yaptıklarınızın sonuçlarını yaşamak” üzere kurulu “Allah yaratısı sistem ve düzenin” kurallarıyla kesin bağımlı olduğumuzu hâlâ idrâk etmeyecek misiniz?

“Elleriniz” yalnızca BEYNİNİZİN aracıdır; dolayısıyla, yaşadıklarınızın tümü, beyninizdeki –aynıyla ruha da kaydı giren- veri tabanınızın sizden açığa çıkışıdır.

İş böyle olduğuna göre, niçin, hâlâ veri tabanınız üzerine eğilip, bugünkü ve yarınki yangınlara neden olan veri tabanınızı gözden geçirip; neden, o verileri yeniden düzenlemiyorsunuz?… Yoksa yangında olmaktan zevk mi duyuyorsunuz?

Ötede bir tanrı ve gelecekteki, onun bilmem neredeki cehennemi kavramından; “âlemlerin sahibi ALLAH, ve O’nun her AN GEÇERLİ sistem ve düzeni” kavrayışına geçemeden sorularınızın cevaplarını alamayacaksınız.

Mesaj 149

“Din adamlarından” veya “ilâhîYATÇI”lardan, “ağzından çıkanı kulağı duymayan şeyhlerden” dili yanmışlar; ya da gerçeğin ortaya çıkmasını isteyenler, her yerde yüksek sesle konuşuyorlar:

“KURÂN’a dönün”!.

Dönelim de, nasıl yani?

Nerede ki, oraya dönelim?

-Efendim alın Kurân’ı okuyun!.

-Birâder ben Arapça bilmem ki!… Türkiye’de, ya da İran’da ya da Avrupa veya Amerika’da doğdum… Arapça’yı ne kadar öğrenip bilebilirim?

-Öğren efendim! Gavurca öğreniyorsun ya çıkarın var diye… Bunda da sonsuz çıkarın var; öğren!.

-Peki, Arapça bilenler olarak, Arabistan’dakiler Kurân’ı okumuyor mu? Onlar, babadan olma anadan doğma Arapça konuşup okuyorlar, tahsilini de yapıyorlar! Nihayet, Kurân da kendi dillerinde! Niye, onların anlayıp uyguladığı Kurân ile, senin anladığın, uyguladığın farklı? Onlar senin gibi sonradan olma da değiller!.

Arapça öğrenip okuyunca, ben de Kurân’ı; Suudî Arabistan’daki Arapların, yahut Arapça bilen Afganlıların yahut Afrika’daki Arapça konuşan bilmem ne kabilesinin; ya da Arapça Kurân’ı okuyup, kendi halkına “Kuran zencilerin özgürlüğü için gelmiştir” diyen Amerikalı guruplar gibi mi anlayacağım?

Ana dili Arapça olanlar da dahil, yüzlerce Arapça bilen ve apayrı şeyleri savunan toplumlardaki KURÂN OKUR(???)LARINDAN, hangisi gibi Kurân’a dönelim; ve okuyup anlayıp amel edelim?

-“Canım o kadarını karıştırma, senin aklın ermez!. Sen yalnızca benim yazdığım Kurân Meâlini, KURÂN böyle diyor diye anlayarak oku! Benim dediklerimi yap! Gerisine karışma!… Kurân’a dön!. Yoksa mahvolursun!. Sakın kimseye tâbi olma; yalnızca benim Kurân’ımı, benim kitaplarımı oku”!.

Ne dersiniz arkadaşlar, yalnızca bu kişilerin Kurân meâllerini okuyup, onların anlayışına mı tâbi olalım; yoksa, bir elimize, anlayışına güvendiğimiz bir Kurân meâli; diğer elimize de olayın içyüzüne vâkıf olduğuna inandığımız, “Gazali-Geylanî-Muhyiddin-Rufaî-Bahaüddin” ve daha nice Hak erenlerinin “Kurân’dan ne anladıklarını” dillendiren eserlerini alıp; “ALLAH’ça öğrenmeye çalışıp”, sonuçta kendi yolumuzu, kendi sentezimize göre, kendimiz mi çizelim?

Düşündüklerimizin, yaptıklarımızın sonucuna kendimiz katlanacağımıza; yanlışımıza karşın kimseyi mazeret olarak gösteremeyeceğimize; kâbir âleminde, mezhebin veya tarikatın ya da şeyhin sorulmayacağına göre!

Mesaj 150

İnsan beynindeki “düşünce” fonksiyonunun farkında olmadan gelip geçen milyarlar…

“Biz size misâllerle” anlattık dendiği hâlde “KURÂN”da; anlatılanların çoğunun misâl olduğunu anlayamayanların her biri gidiyor, hayâl dünyasından yeni bir hayâl dünyasına; muhtemelen cehennemine!

Zirâ dünyadaki yaşamında ateşi sönmemiş!. Elbette yanında götürüyor, cehennemini oluşturan veri tabanını!

Alevler, içinden sarıyor onu!

“Hanîf” olan, ateşin içine atıldığında, alevler kuşatsa da yanmaz; ateş soğur, makamı gülistan olur Allah emriyle!.

Ahmaksa, gülistanda yanar alev alev, veri tabanından gelen ateşle!. Nereye gitse kurtulamaz cehenneminden, içinden yükselen alevlerden dolayı.

Gündüzünü zulmet eyleyen, beynini kemirip tüketen fikirlerin yangınının, cehennem ateşi olduğunu; alevlerinin beyninden yayılıp tüm bedenini ve çevresini sardığını fark edemez!.

Burada okuduğu 41 “Yâsin”ler onun yangınını söndürmezken...

Burada “OKU”yamadan çektiği “Lâ havle…” onu ateşten kurtaramazken...

Burada “evliyaullah”dan kendisine ulaşan şefâati tepip, onun şefaatiyle cehennemiNden çıkmayı reddederken…

Sanır ki oraya gittiğinde, arkasından gelecek dualar, âyetler kendisini ateşten kurtaracak; koluna girecek(!) bir “veli” onu ateşten çıkartacak!!!.

“OKU”yamadıkların yüzünden burada ateşten çıkamıyor, elinle yaptıkların yüzünden cehennemiNde yanmaya devam ediyorsan…

Burada ilim yollu gelmiş şefâati tepiyorsan; burada, sahip olduklarını sandıkların, hırsın, tamahın yüzünden yanıyor; onların kaygısını çekiyor, para-mal ya da diğer sahip olduklarını sanmanın getireceği yeni ateşleri fark edemiyorsan; koyuver gitsin!…

Yanmana devam et ahmaklar gibi; “elle gelen düğün bayram”; diyerekten.

Bekle ki, bugünkünün kesintisiz devamı olan kâbir cehenneminde, arkandan gelecek paralı “Kurân”, senin ateşini söndürecek; bugün reddettiğin “veli”lerin “Rasul”lerin şefaati seni yarın cehennemden çıkartacak!!!.

“Ham hayâl” derler buna!.

“Sürüden biri daha gitti”, diyecekler ardından!…. “İman”sız!.

Sen hâlâ yaktığın ateşlerin pazarlığını yapadur!… O ateşler birgün seni yakmayacakmış gibi….

Mesaj 151

Kozasındaki konuşuyordu kendi kendine…

“Benim kozam güzeldir!… Benim kozamın eşi yoktur!… Benim kozam cennettir!… Benim kozam dünyada bir tanedir”!.

Büyüktü kozası; dünyası!… O kadar büyüktü ki, içinde yiyor, içiyor, sevişiyor; çoluk-çocuk-torun-torba yaşıyorlardı!. Üstelik kozasının dışında onu gözetip koruyan bir tanrısı(?) da vardı!.. Sıkıştığında yönelip yardım istediği!.

Kozalımın dünyası bir dehşetti de… Dünyasındakilerin kralıydı!. Hiç kimseyi beğenmezdi kendinden başka!… Tüm kozalılar gibi!.

Ölünce önce tanrısının yanına gidecekti, onunla konuşacak, yaptıklarını anlatıp hesap verecek; sonra da onun cennetine gidecekti!…

Çoban da mutlu bu arada, dere başında akan suyu seyredip, yüzen yaprakları sayarken… Tanrım sana çok şükür diyordu; beni cennette yaşattığın için!… Aç değildi, açık değildi… Karnı tok, sırtı pekti… Üstelik sağlığı da yerinde!. Kurt ta yok etrafta koyunlarına saldıracak!

Veri tabanının oluşturduğu kozası olan dünyasında; veri tabanının oluşturduğu hayâllerle avunup mutlu olan; kâh da korkan; korkusuyla, vehmiyle korktuğunu oluşturup, onu yaşayan; sonra da “korktuğum başıma geldi”, diyen; yanan, üzülen, kıvranan kozalılar!.

Misâllerin, benzetmelerin, işaretlerin, neye yol gösterdiğini düşünme yeteneği körelmiş; garip, âciz, çaresiz, tutacak el arayan dünyalar!

Kiminin veri tabanı, 5 metreküp kozasını oluşturuyor; kiminin ki 500 m3!… Sonra kozalar birbiriyle savaşıp didişmeye koyuluyor!.

“ALLAH” her şeyden ve beşeri kavramdan münezzeh!… Hiç bir şekilde kayıt kavramı düşünülemeyen, sınırlanmayan!. Tüm beşer kavram ve değer yargılarından âri!. Ne ana-babası var ne de çocuğu!.

Kendi ellerinizle üretip, şekillendirip tapındığınız, sonra da afiyetle yanlışlarını eleştirdiğiniz tanrınızın ahlâkı ile mi ahlâklanacaksınız?

Beşeri düşünce, kavram ve değer yargılarından münezzeh, “Allah” adıyla işaret edilenin ne olduğunu fark etmeye çalışıp, olabildiğince “O”nun ahlâkıyla mı ahlâklanacaksınız!?.

Mesaj 152

Dünün gelişmemiş beyinlerine, dar kafalılarına, şeklin ötesini düşünemeyen mukallitlerine, bugün ne gözle bakıyorsunuz?

Meselâ, “dünya tepsi gibi düzdür, kenarına gidersen boşluğa düşersin”, diyenlere; “Kurânda yazıyor, Allahın eli vardır” diyerek gökte büyük bir pençe el arayanlara… Kurân’ın temelinin benzetme ve işaretler üzerine kurulduğunu fark edemeyen gelişmemiş beyinlere…

Acaba, yarın da, nasıl bakılacak bugünün dar kafalılarına, gelişmemiş beyinlerine!…

Evrenin boyutsallığını ve algılama araçlarına göre farklı katmanlar ihtiva ettiğini fark edemeyenlere!

Farklı yaratık türlerinin algılama sistemlerine göre farklı evrenlerin söz konusu olduğunu; evrenin başı sonu olmadığını; yalnızca sürekli dönüşümlerin süregittiğini her an yeni bir şanda olarak; gerçekte baş-son kavramlarının göresel olduğunu anlamayanlara!

İnsanın dünyasının, kendisiyle beraber sonsuza dek süreceğini; cehennem ve cennetini bu dünyasıyla yaşayacağını kavrayamayan beyinlere!

Lûtfen bakmayın bize sakın, gökteki göksüzler, yerdeki yersizler! Değerlendirme yapmayın bizler hakkında!… Değmeyiz!.

Biz, kendi minik dünyamızda, küçük mutluluklarla ya da üzüntülerle yaşamımızı kâh cennet kâh da cehennem eden; evrendeki yerinden ruhunun bile haberi olmayan kozalarımızın imparatorlarıyız!!!.

Tek yaptığımız, kendi cehâlet karamızla önümüze gelene kara sürerek, onun seviyemize düştüğünü sanmaktır!.

Kafamızda yarattığımız tanrımızla çok mutluyuz biz, zaman zaman onu beğenmesek, eleştirsek de!.

Çöle sosyal düzen kuralları getirdiğini sandığımız peygamber(?), ona gökten inen bir melek ve nihâyet gökteki tanrımız ile geçinip gidiyoruz işte!

Ne genetiğin evrensel duygusuz hükümranlığından haberimiz var; ne de genetiğin evrensel boyutlardaki yapısını düzenlemiş olan evrensel tek şuurdan!.

Kozamdaki ben, gökteki dev pençe eli olan tanrım; sahip olduklarım(!?), ve onları yitirmekten dolayı yangınlarım, cehennemim!.. Ha, bir de, tabiatıma uygun ele geçirdiklerimden dolayı hayâlimde yaşadığım cennetim!.

Sakın arkanıza dönüp bize bakmayın yarınlardakiler; gökteki göksüzler; yerdeki yersizler!… Zamansız ve Mekânsızın ahlâkıyla ahlâklanmış olarak varlığı devam edenler!

Mesaj 153

Onlar, bıktılar yobaz din adamlarının mukalliti olmaktan!…

İsyan ettiler!

Artık, aydın(!) din adamı(?) MUKALLİTİ olmak istiyorlardı!

Onların, “düşünen insan” olmak, gibi bir sorunları yoktu ki!.

Mesaj 154

Bazen canı yazmak istemiyor insanın…

Çünkü, yazdıklarının belki de kendini tatminden öteye gitmediğini görüyor… Belki de, onların, yalnızca yazılması gerekli olduğu için yazılmış olduğunu müşahede ediyor…

Her toplum lâyık olduklarıyla yaşar ve kendi türünden birinin peşine takılır!… Tilkiler, çıkar peşinde koşar dün olduğu gibi bugün de… Akbabalar, ölmüş aslan beklentisindedir!

Okunmayan kitabın önünde açık durması, kitaba eziyettir!

Tüm yaşamının bir rüya olduğunu farketmeyip; yalnızca uyuduğunda gördüğünün rüya olduğu, sanısıyla yaşayan… Mutluluğun ve azabın, hep rüyalarla oluştuğunu; yani hayâlden başka bir yerde olmadığını fark edemeyen…

Doğal işlevini yapan meleklerin, bu işlevlerinin, veri tabanına göre kişiye her an çeşitli hayâller yaşattığını kavrayamayan, neylesin senin yazdığın yaşamın gerçeğini!

Varoluş amacının ne olduğunu, benzetmelerden yola çıkarak, tahayyülünde var kıldığı tanrısında, onun cennet ya da cehenneminde arayanları rahatsız etmeyin; yaradılış amaçlarındaki görevlerini yapıyorlar!.

Gökteki göksüzler ve devamı yerdeki yersizler, İllîyin’den seyrediyorlar, âlâ refîkleriyle… Kapasiteniz yeterli ise, katılın onlara zamansız ve mekânsız, beşerî değerler yargısız olarak!

Ya da, devam edin dedikodularınıza; her kendiniz gibi olmayana çamur atarak!. Nefret, dedikodu ve gıybet gıdalarından meydana gelen irin ve zakkumla beslendiğiniz cehenneminizde!.

Mesaj 155

Bilincimdeki ben, ASLA değilim bir başkasının bilincindeki ben!.

Bilincindeki sen, asla değilsin benim ya da bir başkasının bilincindeki sen!.

Ben, veri tabanına göre oluşmuş bir hayâlden başka bir şey değilim senin bilincinde!… Ve sen, veri tabanına göre oluşturduğun kendi tasavvur ve hayâline demedesin, Ahmed Hulûsi!.

Oysa, ebeden beni tanıman mümkün değil!

Sen de, benim için öyle!.

Eğer anlarsan bu anlatmak istediğimi, fark edersin ki, her an daima yanlızca hayâlindeki kişilerle berabersin; asla karşındakiyle değil! Bu dünya yaşamında da böyle, ötesinde de…

Herkes, veri tabanına göre kendi hayâl dünyasında yaşamada!. Başkalarını da, tanıdığını sanarak, onlar hakkında budalaca yorumlarla yorulup, ömür tüketmede!.

Oysa, o yorumlarının tümü, karşısındakine değil; kendi hayâlinde yarattığı ve karşısınındakinin adını taktığı kendi hayalindeki yarattığına; yani kendine dönük!… Asla karşısındakine ulaşmıyor!.

Her birim, karşısındaki sûrete göre veri tabanının oluşturduğu hayâl dünyasındaki kişileri yorumlayıp; veri tabanına GÖRE onları değerlendirerek, cehennem ya da cennetinde yaşamada!.

Akıllı insan, şimdiden cenneti yaşar “ALLAH”a teslim olarak…

Ahmak da, her şeyin ille de kendi arzuladığı gibi olmasını istemede devam ederek cehennem eder yaşamını!.

www.ahmedbaki.com

Table of Contents